Biz Avrupalılar, farklı kültürlere, dillere ve dinlere sahip olan birçok farklı ülkelere aitiz. Aynı ortaklıklarımızda da olduğu gibi, bu farkların da sebeplerini tarihte bulabiliriz. Avrupa’nın başlangıcı, çoğu bilimciye göre eski çağa ve özellikle Yunanlıların özgürlüğüne ve demokrasisine dayanır. Diğerleri, temelin ancak orta çağda atıldığını öne sürerler. Fakat bugün Avrupa dediğimiz bölgede yerleşim çok daha önce başlamıştır. Avrupa tarihinin başlıca dönemleri, Avrupa’nın bugünkü haline nasıl geldiğini bize izah edebilirler. 1. Avrupa’da erken yüksek kültürler Buz gibi soğuklar, bastırıcı sıcaklık, mahvedici kuraklık ve aşırı iklim değişimleri, ancak Avrupa’dan Ortadoğu ya kadar yayılan Neandertal insanının neslinin tükenmesine ve aynı zamanda mantıklı insan türü homo sapiens’in zaferine sebep olmamıştı. Bugünkü bilgilere göre insanların kökeni Kuzeybatı Afrika’da bulunmaktadır. Çevreye hakim olmanın ilk adımı olarak ateşin kullanımının ve dilin meydana gelmesinin insanların oradan hareket ederek yavaş yavaş yayılmalarına yol açtığı tahmin edilmektedir. Homo sapiens Avrupa’ya yaklaşık 40.000 yıl önce varmıştır. El değmemiş bölgede yaşayan ilk insanlar doğanın onlara temin ettiği yiyeceklere muhtaçlardı. Onlar sürülerde yaşarlardı, çünki ilk insanlar ancak birlikte olarak hayatta kalabilirlerdi. Yaşam tarzları avcılık ve meyve toplamakdı. Yörük olarak hayvanları takip ederlerdi, mağara girişlerinde, kaya çıkıntılarının altında veya daha sonra çadırlarda yaşarlardı. Eski taş devri denilen bu dönemin sembolleri, el baltası gibi kaba taş aletleriydi. Son buz devrinden sonra, milattan yaklaşık 9.500 yıl önce, Orta Avrupa’da havalar tekrar ısınmaya başlamıştı. Buzullar erimişti, buzlar geri çekilmişti, ormanlar büyümekteydi. Ren geyiği gibi hayvanlar, soğuk bölgelere doğru ilerlemişlerdi, örneğin mamut gibi diğerlerinin nesli tükenmişti. Onların yerine ormanlarda artık yaban domuz, alageyik veya vadi öküzü gibi hayvanlar yaşamaktaydı. İnsanlar av yöntemlerini değiştirmek zorundalardı. Artık avda zıpkın ve yay ve okun yanısıra çakmak taşından yontulan ufak uçlar kullanılırdı. Hayvanları takip etmenin yerine insanlar neolitik çağın başlarında yerleşmeye başlamışlardı. Avrupa medeniyetlerinin kökeni eski şark bölgesidir. Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında bulunan Mezopotamya’dan yeni yaşam tarzı Avrupa’ya doğru yayılmıştı. İnsanlar tarlaların arasında hasırdan, tahtadan ve kerpiç kiremitlerinden oluşan evleri yapmışlardı. Köylerde birbirine yardımcı olan birçok sülaleler yaşamaktaydı. İnsanlar hayvanları evcilleştirmeye, yani ev ortamına alıştırmaya başlamışlardı. Ayrca tahıl ekmişlerdi ve onun muhafazası için çömlekciliğe başlamışlardı. Kuzey, Orta, Batı ve Doğu Avrupa, bronz döneminde kültür açısından henüz nisbeten geride kalmışken Ege bölgesinde ve bugünkü Yunanistan’da özellikle yakındoğuya yakın konumlarından dolayı yüksek derecede gelişmiş kültürler ortaya çıkmıştı. Yunan tarihinin ve Avrupa’nın yüksek kültürlerinin kökeni, Girit adasında bulunurdu. Mesela M.Ö. 2000’den 1700’e kadar Girit adasında etkileyici saraylar yapılmıştı. Knossos sarayı, özellikle meşhur olmuştu. Knossos, oldukça büyük, zengin ve heybetli bir mekandı. Yunanlıların Hellas diye adlandırdıkları ülke, türdeş bir devlet değildi. Yunanca’da polis denilen, yani politika kelimesinin kökeni olan şehir devletleri birbirinden bağımsız olarak gelişmişlerdi. En önemli şehir devleti Atina’ydı. M.Ö. 594’te Solon olağanüstü yetkilere sahip bir yasakoyucu olarak görevlendirilmişti. Ondan çoğu kez Yunan ve Avrupa tarihinin ilk büyük devlet adamı olarak bahsedilir. Onun reformları, demokrasinin – yani halkın hakimiyetinin – başlangıcının yolunu açmışlardır, hem aynı zamanda Avrupalıların bugün bütün dünyaya yayılan önemli bir kazanımlarıdır. Fakat Yunan kültürünün etkisi sadece siyasi alanda mevcut değildir. Eski Yunanistan’dan bize bugün örneğin şunlar kalmıştır: Tanrılardan ve kahramanlardan, savaşlardan ve maceralardan bahseden harika efsaneler; heybetli tapınaklar, mermer heykeller ve estetik çömlekçilik işleri; Olimpiyat oyunları; vatandaşları eğiten ve onların mantıklıca düşünmelerini teşvik eden Sokrates ve Platon gibi hocalar; Öklid ve Pitagor gibi matematik kanunlarını ve kurallarını geliştiren matematikçiler; ve örneğin Aristoteles gibi hayvanları ve bitkileri araştıran diğer bilimciler. Bugün hala doktorların çoğu, „Hipokrat yeminine“ yükümlülerdir. Kos’lu Hipokrat, M.Ö. 460’tan 377’ye kadar yaşamıştı. Eski çağın en meşhur hekimiydi ve tıbbın bilim olarak kurucusu sayılır. Romalıların ancak ölümünden sonra Büyük İskender ismini verdikleri Makedonya’lı III. İskender, Yunan devletlerini birleştirmişti, güçlü Farsları yenmişti ve kısa süren zirvesinde Mısır’a kadar uzanan büyük bir imparatorluğu kurmuştu. Nihayet Romalılar helenizm dönemine son vermişlerdi. Roma, ilk başta sadece bir İtalyan köyüydü. Tiber nehrindeki yedi tepedeki köylerden bir şehir oluşmuştu. Son kral M.Ö. 510’da kovulduktan sonra Roma neredeyse 500 yıl devam eden bir cumhuriyete dönüşmüştü. Bu dönemde Roma Akdeniz bölgesindeki hakimiyeti elde etmişti. Zaferleriyle ve büyük devlete yükselişleriyle Jül Sezar gibi komutanların etkileri artmıştı. Oy satın alma sayesinde Roma demokrasisinin güveni sarsılmıştı ve yerini askeri diktatörlükler almıştı. Fetih politikası devam etmekteydi. İlk kez Avrupa’nın geniş kısımlarını birleştiren Roma İmparatorluğu, Avrupa’nın o zamana kadar en büyük ve en güçlü imparatorluğuydu. Kuzey İngiltere’den Sahra Çölüne ve Atlantik’ten Asya’ya kadar uzanmaktaydı. Bu devasa imparatorluk, sınırlarını saptamıştı. Cermenlere karşı sınır seti olan Limes, gözetleme kuleleriyle işte böyle etkileyici bir emniyet sistemiydi. Daha önce, M.S. 9 yılında, Cermanya’nın değişken ve soğuk iklimi Romalıların kötü kaderi olmuştu. Varus savaşındaki uğursuz yenilgi onların Cermanya‘ya yayılımlarının sonunu işaretlemişti. İçerideki iktidar kavgaları ve dışarıdan gelen tehditlerden dolayı, imparatorluk ilerideki yüzyıllarda parçalanmaya başlamıştı. Kuzey’de Cermenlerin tehdidi altındalardı: Ren nehrinde Alamanlar girmişlerdi, Tuna nehrinde ise Gotlar. Doğuda Sasanilerin yeni Fars imparatorluğu Roma’yı hedef almıştı. Roma İmparatorluğu artık batmıştı. Roma hukuğu bugün hala modern yargı sistemimizin temeli sayılır, fakat Romalılardan çok daha fazla şeyler kalmıştır: devletin bütün kısımlarını birbirine bağlayan düzgün yollar; avlulu, mozaik döşemeli, freskli ve heykelli güzel evler; taş köprüler ve suyu uzun mesafelere nakliye eden su kemerleri; binaları sağlamlaştıran ve onların ömrünü uzatan kemerler; çimento ve beton gibi yeni inşaat malzemeleri; katapult gibi yeni silahlar; Cicero ve şair Vergilius gibi büyük yazarlar; alfabemiz ve Romalı rakamlar; İtalyanca, Fransızca ve İspanyolca gibi modern dillerin dayandığı Latince dili. Soğuk ve değişken iklim, Roma İmparatorluğunun komşu ülkelerinin hayat şartlarını oldukça zorlaştırmıştı. Hun atlıları, doğudan Orta Avrupa’ya girince Cermen halklarının kaçışına yol açmışlardı. Bu döneme kavimler göçü de denir. Bu kavimler göçü, Roma İmparatorluğunun batmasına sebep olmaktan yanısıra Avrupa’yı sonsuza dek değiştirmişti. Büyük Roma İmparatorluğu Batı ve Doğu Roma’ya bölününce Avrupa’nın iki kültür alanına ayırılması başlamıştı: Romalı-latin batı alemi, yani garp, ve yunan etkisindeki doğu ülkeler, yani Şark. 2. Orta Çağ Hristiyanlığın kökeni, bugünkü İsrail’i temsil eden Yuda ve Galilededir. Yahudi ve Romalı makamlarının zulmü, hristiyanların göç dalgasına sebep olmuştu. Fakat 380 civarında hristiyanlık hatta Roma İmparatorluğunun devlet dini ilan edilmişti. Romalı, yani hristiyan bölgelerinin kavimler göçü dönemindeki fethiyle Cermen kabileleri de hristiyanlığı kabul etmişlerdi. Kavimler göçü döneminin sonunda Merovenj kralı I. Clovis, Frank hakimiyet bölgelerini bir imparatorluğa, güçlü ve büyük Frank İmparatorluğuna birleştirmeyi başarmıştı. Şarlman, imparator tacını takan ilk Frank kralı olmuştu. Frankların bütün iktidar bölgesinin yegane hükümdarına ve böylece Bizans İmparatorunun yanısıra Avrupa’nın en güçlü adamına dönüşmüştü. Frankların henüz hakim olmadıkları son Cermen halkı olan Saksonya’lılara, hem onların dinlerine ve kültürlerine karşı, aşırı bir gaddarlıkla davranmıştı. Buna rağmen Şarlman Avrupa tarihinin bir anıtı sayılır. Yeni taç takan İmparator, hakimiyet bölgesinde eğitim ve kültür merkezlerine dönüşen birçok manastırları ve şatoları kurmuştur. Karolenj imparatorluğunun başkenti Aachen özellikle önemliydi. Şarl burada Roma’nın ve Bizans’ın saraylarıyla yarışmak amacıyla sayısız şatonun en harikasını ve en büyüğünü yaptırmıştı. Daha sonra kilise yapısının sağlamlaştırmasıyla, din değiştirtme ve zorlu hristiyanlaştırmalarla Şarlman büyük bir hristiyan imparatorluğu geliştirmişti, Frank imparatorluğunu. İnsanların çoğuna göre hristiyan dini, karanlık orta çağın kasvetli dönemlerinde daha iyi bir yaşamın ümidiydi. Arapların yayılımı, Cermenlerinkine benzemişti. Arapların memleketinde sürekli yaşanan kuraklıklardan dolayı seferlerinde İber yarımadasına kadar ilerlemişlerdi. İspanya’nın Araplar tarafından fethedilmesi, Kuzey Afrika’dan Cebelitarık üzerinden gerçekleşmişti. Onlarla birlikte islamiyet de Avrupa’ya gelmişti. Müslümanlar kıtanın ancak dış kenarlarında yerleşmiş olsalar bile Avrupa’nın tarihini kalıcı bir şekilde etkilemişlerdir. Yeni kültür bitkilerinin yayılımı ve tarımsal üretimin artışı, ticaret sektörünün ve şehirlerin kalkınmalarını ve zenginleşmelerini sağlamışlardı. O zamana kadar Avrupa’da kullanılan pahalı parşömenin yerini papirüs almıştı. Latince bilenlere tamamen yeni bilim temellerini temin ederek Arap bilimlerini de geliştirebilmişlerdi. Avrupa’da Şarlman gibi okuryazar sayılmayan biri iktidardayken halifelerin dünyasında bilim ve sanat gelişmektelerdi. İslamiyet, Hispanya‘nın mağrip‘li dönemi, Avrupa tarihinin bir parçasıdır. Còrdoba, bağımsız bir halifeliğin muhteşem başkenti, 10. yüzyılda açık farkla Avrupa’nın en büyük şehriydi. Còrdoba camisi, Sevilla’nın Alcazar’ı ve Granada’nın Alhambra’sı, aynı şövalye kaleleri ve romanik veya gotik katedraller gibi kesinlikle orta çağın Avrupa’sına aitlerdir. Büyük Frank İmparatorluğunda tamamen farklı halklar yaşamaktaydı. Şarlman‘ın hedef aldığı birleştirme, ölümünden sonra giderek unutulmuştu. Çoğu kez Avrupa’nın atası olarak adlandırılan Şarlman, bir kültür devrimini başlatmıştı. Birçok şey o zamanlara dayanır: Bütün Frankonya’da, yani Avrupa’nın büyük bir kısmında, müşterek para birimi olarak denarın yürürlülüğe koyulması; bilgisayar yazı tipi „Times New Roman”a çok benzeyen müşterek bir yazı; siyaset ve bilimle birlikte hiç görülmemiş bir eğitim ofansififiyle kızları da dahil eden genel bir mecburi öğrenim fikiri Şarlman‘ın torunları, Verdun sözleşmesinde güçlü Frank İmparatorluğunun bölünmesinde anlaşmışlardı: Batı Frankonya, Orta ve Doğu Frankonya İmparatorluğu. Bu bölünmenin sonucu olarak Almanlar ve Fransızlar giderek birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Orta çağın zirve dönemi, şövalyelerin ve kalelerin, haç seferlerinin ve derebeyliğin dönemidir. 1096’da toplam yedi haç seferinin ilki başlamıştı. Haç seferlerinin sebebi, müslümanların Kudüs’teki hakimiyetiydi. Bütün Batı Avrupa’dan iki yüz yıl boyunca onbinlerce gençler tekrar tekrar kutsal toprakları hristiyanların eline geçirmek için hareket etmişlerdi. Kudüs 88 yıl hristiyanların hakimiyeti altında bulunmuştu. 1270’e kadar haç seferi devletlerinin savunmasına dair altı haç seferi daha yapılmıştı. Zamanla hristiyan fatihler tekrar geri çekilmek zorunda kalmışlardı. 1291’de haç seferlilerin son geri çekildikleri mekan Akkon düşmüştü. Haçlı tarikatları, şövalyelerin kültürünü etkilemişlerdir. Şövalye, eğitim gördüğü asil malikanede uşak olarak kılıçla ve mızrakla savaşmayı öğrenirdi. Hanedanları ve derebeyleri için şövalyeler savaş durumunda mücadele vermek zorundalardı. Bu dönemden ayrıca şunlar kalmıştır: Özellikle kiliselerin ve manastırların sanat eserleri, örneğin kitap minyatürleri, heykeller, cam resimleri, kutsal eşya kutuları, duvar ve tavan resimleri; heybetli ve yuvarlak binalarıyla, kemerleriyle, kubbeleriyle, sütunlarıyla ve direkleriyle Avrupa’nın ilk sanat devri sayılan Romanik stil dönemi. Bütün Avrupa, orta çağın sonlarında değişmekteydi: Bizans İmparatorluğu, 1453’te Osmanlılar Konstantinopolis’i fethedince sona ermişti; Frank devletinde güçlü bir krallık oluşmuştu. İngiltere ve Fransa 100 yıldan fazla süren sayısız savaşta birbirine mücadele vermişlerdi, sonunda İngilizler yenilmişti; Kuzey ve Doğu Avrupa’da sağlam krallıklar meydana gelmişlerdi. Rusya ve Polonya, büyük devletlere dönüşmüşlerdi. Avrupa’nın en büyük şehri Paris ve Almanya’nın en büyük şehri Köln gibi büyük şehirler gelişmişlerdi. Nihayet vebanın yayılımı, korkunç kıtlıklar ve sayısız doğa felaketleri, sarp bir durağı işaret etmişlerdi. 3. Yeni Çağ Eski düzenlerin ortadan kalktığı ve insanların her şeyi şüpheli gördükleri yeni bir dönem başlamıştı. Bilim adamları, eski çağın unutulmuş bilgilerini içeren eski yazıları yeniden keşfetmişlerdi. Örneğin Floransa’da varlıklı ve tahsilli vatandaşlar onlarla ilgilenmeye başlamışlardı. Romalı saraylarını örnek alan, Yunanlı ve Romalı efsanelerinin sahnelerini gösteren evler yapılmıştı. 14. ve 15. yüzyılın rönesansıyla İtalya modern çağa giden yolda bir öncüydü. Petrus Bazilikası gibi esaslı kubbeli binalar bugüne kadar o zamanın inşaat tarzının eşsizliğinin şahitleridir. Güzellik ve bilgelik dolu kaybolmuş bir dünya sanki yeniden doğmuştu, „rönesansın“ anlamı işte budur. O dönemden kalanlar: Mikelanjelo ve Botticelli gibi meşhur ressamlar ve heykeltraşlar; dahi Leonardo da Vinci gibi büyüleyici bulucular ve sanatçılar; Kopernikus ve Galileo Galilei gibi dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında dolaştığını keşfeden bilim adamları. Reformasyon, erken yeni çağda kilise ve dünya düzeninin yeniden şekillendirmesine önemli bir katkıda bulunan bir hristiyan yenileme hareketidir. Reformasyonu harekete geçiren olay, Luther’in 1517’de 95 teziyle günah bağışlamasına, yani işlenen günahların ticaretine karşı açıkladığı protestosuydu. Reformcu, „modern“ medyanın gelişiminden faydalanmıştı: 1450 civarında icat edilen hareketli harfli kitap baskısının sayesinde tezleri hızla yayılmıştı. Aynı durum, Wartburg kalesinde yazdığı Almanca incil çevirisi için de geçerliydi. Bu incil çevirisiyle Luther ortak bir Alman yazı dilinin temelini atmıştı. Bu dönemde sadece şövalyelerin durumu kötüye doğru gitmemişti, köylüler de maddi açıdan epey eziyet çekmektelerdi. Onlar da taleplerini ifade ederken Martin Luther’in öğretisine dayanmışlardı. Onun „Bir hristiyanın özgürlüğünden“ makalesini siyasi olarak yorumlamışlardı, böylece Almanya’nın güneyinde ve ortasında büyük bir köylü savaşı ortaya çıkmıştı. Fakat Luther köylülere karşı çıkmıştı. 1555’de Protestan-Lutherci din „Augsburg Barışında“ eşit haklı olarak tanınmıştı. Katolik ve protestan dinlerin arasındaki sınırlar belirlenmişti. Bu durum bütün Avrupa’da çelişkilere yol açmıştı. 1618-1648 arasında önce Avrupa’nın bir dini inanç çelişkisi olarak başlayan Otuz Yıl Savaşı, barış sözleşmesinde Kutsal Roma İmparatorluğunun yaklaşık 300 bireysel devlete bölünmesiyle sona ermişti. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğunun aksine Fransa’da henüz orta çağda kralın merkezi yetkilerine dayanan bir devlet düzeni meydana gelmişti. Bu düzen mutlak monarşiye, yani mutlakiyete yol açmıştı. Hükümdar kontrol edilmeden kanun çıkarabilirdi, kendisi kanunlara bağlı değildi. Güneş Kral da denilen XIV. Louis saray mutlakiyetinin en önemli temsilcisiydi. Bütün devlet egemenliği onun ellerindeydi. Louis’nin mutlak hakimiyet iddiasının bina olarak bir ifadesi, Versailles sarayıdır. Sırf ana binada 700 oda vardır. On bin civarındaki nüfusuyla Avrupa’nın en büyük sarayıdır. XIV. Louis’nin krallığı altında Fransa Avrupa’nın en güçlü devleti olabilmiştir. Ekonomi açısından XIV. Louis Fransa’yı tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüştürmüştür. Fabrikanın ilk kademesi olan imalathaneler kurulmuştu. Onların kârları kralın savaşlarına aktarılmıştı, ya da kralın Versailles’daki muhteşem sarayının masraflarını karşılamışlardı. Nihayet savaşların ve prestij binalarının yüksek masrafları ülkenin iflasını mühürlemişlerdi. Ayaklanan vatandaşlar, 14 Temmuz 1789’un meşhur „Bastille baskınında“ devlet hapishanesine ve önemli bir silah deposuna saldırmışlardı. Bu olay hem Fransız Devriminin başlangıcını, hem de mutlakiyetin sonunu temsil etmişti. Fransız Devrimi, 1789’dan 1799’a kadar sürmüştü. Anarşinin ve keyfi yönetimin ortasında Napolyon bir darbeyle iktidarı eline geçirmişti. En önemli başarılarının biri Code Civil’dir. İmparator tacını kendisi takan Napolyon, ilerici bir devlet olarak Avrupa’da bir önderlik rolünü iddia eden Fransa’nın lideriydi. Alman Reich’ından ayrılarak Ren Konfederasyonunda birleşen Alman hükümdarlara rüşvet yedirmişti. Böylece Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu yaklaşık 900 yıl sürdükten sonra sona ermişti. 1812’de neredeyse bütün Avrupa Napolyon’un kontrolü altındaydı. Rusya seferinde ve Leipzig Muharebesinde Fransa İmparatorluğu askeri yönden mahvolmuştu. Napolyon’un 18 Haziran 1815’teki nihai Waterloo mağlubiyetinden sonra Avrupa 1815’in Viyana Kongresinde tamamen yeniden düzenlenmişti. Fransa 1795’ten sonra fethettiği bütün bölgeleri kaybetmişti. Fakat diğer ülkeler de sınırlarını yeniden çizmek zorundalardı, ya kaybettikleri bölgeler vardı, ya başka bir yerde yeni toprakları kazanmışlardı. Avrupa ülkelerinin çoğunda yeni bir milliyetçilik ortaya çıkmıştı. Napolyon‘un Rusya seferi başarısız kalınca, Rusya Napolyon’un yabancı işgalinden kurtaran ülke olarak kutlanılmıştı. Fakat Rusya’nın büyük devlete doğru giden yolu henüz 1502’de başlamıştı: Moğolların 200 yıl süren hakimiyetinden sonra Moskova derebeyliği giderek büyük bir devlete dönüşmekteydi. Rusya hükümdarları Çar ünvanını kullanmaktalardı, yani Sezarların halefleri. Moskova derebeyliği, 16. yüzyıldan itibaren Rusya adını taşımaktaydı. Korkunç İvan da denilen Çar IV. İvan, Boyarların direncine rağmen sınırsız siyasi yetkisini acımasız bir şekilde sağlamlaştırmıştı. Birinci Petro, ülkesini batıya doğru açmıştır. Ticari ilişkilerden yanısıra el işçilerinin, sanatçıların ve bilimcilerin Batı Avrupa’dan ülkesine getirilmesini desteklemişti. Kendi bölgesinde önemli bir güçten Avrupa çapında etkili bir devlete götüren değişimi gerçekleştirmişti. 1703’te kuzeybatıda kurduğu St. Petersburg’u 1712’de imparatorluğunun yeni başkenti ilan etmişti. Rusya, Kuzey Avrupa’nın hakim devleti olark İsveç Çarlığının yerini almıştı ve Fransa, Avusturya ve Büyük Britanya’nın yanısıra Avrupa’nın dördüncü büyük devletine yükselmişti. Sanayi devrimi, 18. yüzyılın ortasında İngilitere’de başlamıştı. Ancak yarım yüzyıl sonra Avrupa kara kıtasına da ulaşmıştı. Sanayinin İngilitere’deki gelişimini destekleyen unsurlar şunlardı: Artan enerji ihtiyacını karşılayan zengin kömür kaynakları, hızlı nüfus artışı ve böylece artan işgücü sayısı, çok sayıdaki koloniler ve böylece genişleyen ticaretle birlikte tüccarlara göre olumlu yatırım şartları, ve nihayet esnaf birliğine üye olma mecburiyetinin kaldırılması. Böylece ilk buluşlar ve teknik gelişimler de fazla gecikmemişlerdi. Bu örneğe göre Avrupa kara kıtasında da sanayi üretimi hızla artmıştı ve diğer keşiflere ve buluşlara yol açmıştı. Fakat ekonominin ilerlemesi sosyal bir ilerlemeyle birlik oluşturmamıştı. İnsanlığa yakışmayan vaziyetleri, korkunç çalışma şartlarını, çocuk çalıştırmasını ve düşük gelirleri Karl Marx ve Friedrich Engels „Komünist Manifesto“ eserlerinde ideolojik açıdan ele almışlardı. 4. En yakın tarih Balkan krizi, Birinci Dünya Savaşının başlamasına sebep olmuştu. Avusturya-Macaristan veliahtı 28 Haziran 1914’de Saraybosna’da öldürülünce, Avrupa büyük devletlerinin barışmaz iktidar hırslarından dolayı çelişkinin çözümüne yönelik tüm gayretler başarısız kalmıştı. Ağustos 1914’ten itibaren ittifak devletleri Almanya ve Avusturya-Macaristan, müttefik ülkeler Fransa, Büyük Britanya ve Rusya’ya karşı savaş halinde bulunmaktalardı. Savaş Avrupa’nın muharebe meydanlarında, Afrika kolonilerinde, Orta Doğuda, denizlerde ve „memleket cephesinde“ sürdürülmekteydi. 70 milyona yakın insan, 40 millet için silah altındaydı. Birinci Dünya Savaşı, Kasım 1918’de Almanya’nın ve müttefik Avusturya-Macaristan’ın mağlubiyetiyle sona ermişti. Eski Avrupa çökmüştü. Zorlu barış olan Versailles sözleşmesi, Avrupa’nın haritasını temelinden değiştirmişti ve 20. yüzyılı etkilemişti. 20 milyon insanın hayatını kaybettiği bu savaş, Avrupa’ya göre daha da öldürücü olan İkinci Dünya Savaşının başlangıcı sayılırdı. New York borsasının çöküşü ve bununla birlikte meydana gelen 1929-32 yıllarının dünya ekonomik krizi, Almanya’da NSDAP’nin leyhine işleyen bir siyasi bunalımın temelini oluşturmuştu. 1933’deki iktidara geçişi ve Nasyonalsosyalist diktatörlüğün kuruluşundan sonra Hitler 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Savaşını başlatmıştı. Ardından Alman askerleri Belçika’ya, Hollanda’ya ve Fransa’ya girmişlerdi. Sonunda Almanya neredeyse bütün Avrupa ülkeleriyle savaş halindeydi. Başlangıçta sanki her cephede galip geliyorlardı. Ancak üç yıl sonra Alman orduları Rus İmparatorluğunun sonunda kurulan Sovyetler Birliğine karşı giderek ağır mağlubiyetleri elde etmişlerdi. Savaşın esas dönüm noktasını Stalingrad muharebesi işaret etmişti. Onun takibinde Alman Wehrmacht kendini her cephede defansifte bulmaktaydı. Beş yıl sonra Almanların durumu artık çaresizdi. O zaman Avrupa’nın büyük bir kısmı harap olmuştu. Mayıs 1945’te savaş Avrupa‘da sona ermişti. Şubat 1945’teki Jalta konferansında Alman Reich’ı galip ülkeler Sovyetler Birliği, ABD ve Büyük Britanya tarafından işgal bölgelerine bölünmüştü. İkinci Dünya Savaşı dünya politikasını da etkilemişti. Avrupa, dünyadaki hakimiyet pozisyonunu artık yeni dünya devletleri ABD ve SSSR’ye vermek zorunda kalmıştı. Bu iki devletlerin arasındaki aşılamaz görüş ayrılıkları nihayet Almanya’nın bölünmesine ve Soğuk Savaş esnasında iki bloğun oluşumuna yol açmıştı. Avrupa’nın bölümüne rağmen Batıda Avrupa düşüncesi devam etmekteydi. 1950’den itibaren Avrupa Kömür Çelik Birliği, kalıcı bir barışı sağlamak amacıyla Avrupa ülkelerini ekonomi ve siyaset alanlarında birleştirmeye başlamıştı. Kurucu üyeler Belçika, Almanya, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda idi. AKÇB’den Avrupa Ekonomi Birliği AEB oluşmuştu, daha sonra Avrupa Birliği AB. Avrupa Birliği bugün 28 üye ülkeden oluşan bir devletler birliğidir. Tarih boyunca Avrupa’da çok kez müşterek bir hükümete sahip geniş bölgeler mevcut olmuştur: Kutsal Romalı Cermen İmparatorluğu, Şarlman altındaki Frank İmparatorluğu ve Napolyon’un hüküm sürdürdüğü Avrupa. Çoğu kez bir millet diğer bir güç taraftan şiddetle mağlup edilmişti. Birleşmiş Avrupa fikiriyle ulusal çekişmelere son vermek niyet edilmişti. Avrupa ülkeleri sadece ekonomi değil, kültür açısından da yakın ilişkileri kurmuşlardır. Fakat çok çeşitli geleneklere sahip farklı ülkelerin bağımsızlıklarının korunması sayesinde bugün Avrupa’yı çok daha renkli yapan geniş bir çeşitliliğe sahibiz. Avrupa’nın çeşitliliği aynı zamanda bir yük de sayılır, bunu bize Euro krizi, milli bütçelerinin çoğunun aşırı borçlanması ve sığınmacılar ve göç politikası göstermektedir. Avrupa tarihimiz bize atalarımızın hepsinin de göçmen olduklarını göstermektedir. Kültürlerüstü özellikleri daha iyi anlayıp, ön yargıları azaltmak için Avrupa’nın tarihini ve kültürünü tanımak gerekir, çünki Wilhelm von Humboldt’un henüz 1789 civarında dediği gibi „Ancak geçmişi bilenin bir geleceği vardır.“