Vulkane

Faszinierende Feuerberge

Volkanlar

Volkanlar – insanları ilk çağlardan bu yana güçleri ve güzellikleri ile büyüler. Ancak ne zaman medyada bu ateş dağlarından bahsedilse, bu genellikle büyük hasarlara yol açan ve çok sayıda kurban verilmesine sebep olan korkunç püskürmeler ile ilgilidir. Fakat yanardağların ekonomiyi ve kültürü zenginleştiren tarafları da vardır: Daha tarih öncesi zamanlarda bile, insanlara değerli ham maddeler sağlamışlardır. Etna dağı antik çağda Yunanlılar ve Romalılar tarafından ateş ve nalbant tanrısının ikametgâhı olarak görülürdü ve bu ateş dağları günümüzde çoğu kez turistlerin seyahat hedeflerini oluştururlar. Volkanların büyüleyici dünyasına girmek için fazla uzağa gitmeye bile gerek yok: Güney İtalya ve keza Almanya’da bulunan Eifel bölgesi de bu doğa harikasına şahitlik ederler. 1 Volkanların Yapısı 1.1 Karma Volkanlar Sicilya’nın kuzey kıyısının önündeki Vulcano adası - burada tam da beklediğimiz gibi bir yanardağ bulunmaktadır: Gran Cratere, dik yamaçları ve zirvesinde bulunan huni şeklindeki krateri ile göğe yükselen bir dağ. Adanın „Volkanoloji“ kavramı ile olan isim benzerliği hakikaten de tesadüfi değil – ikisi de Romalıların ateş tanrısı Vulcanus’un isminden türetilmiştir. Kraterin kenarındaki yakıcı kükürt buharı insanın nefesini kesecek gibi olduğunda, hâlâ onun kızgın nefesini hisseder gibi olursunuz. Ama şimdi volkanın yapısına geri dönelim: Gran Cratere bir karma volkandır. Karma volkanlar kendilerini 30 dereceden fazla eğimi olan dik yamaçları, konik yapıları, ve mesela lav ve kül gibi gevşek maddelerden oluşan değişik katmanları ile belli ederler. Yani volkanın altında yatan magma odasındaki magmadan her patlamada aynı maddeler oluşmuyor. Bilakis, bağımsız bir sıra içinde sonradan kül katmanlarını oluşturan küllerin atıldığı püskürmeler, ve lavların kraterlerden aktığı, daha öçlülü patlamalar meydana geliyor. Lav akıntılarının yine yamaçlardan aşağıya yuvarlandığı, üst üste gelen birçok patlamanın gerçekleştiği dönemlerin – veya tersine, bir sonraki püskürmeye kadar peş peşe meydana gelen ve lav atılan büyük patlamaların yaşanması da mümkün. Dünyanın neredeyse tüm volkanik bölgelerinde karma volkanlara rastlamak mümkündür. Bunların arasında Japonya’da Fujiyama, Doğu Afrika’da Kilimanjaro veya Sicilya’daki Etna dağları sayılabilir. Özellikle adı geçen son örnekte hem lav, hem de gevşek maddelerden oluşan katmanların varlığı rahatça izlenebilir: Nicolisi kasabasının arkasından geçen kilometrelerce uzunluktaki bir cadde, geçmişte yaşanan birçok püskürme sonrasında oluşan muazzam lav akıntılarının sayesinde 2.000 metre kadar yükselikte bulunan dağ istasyonu „Rifugio Sapienza“ya kadar uzanır. Etna’nın zirvesinin ne de olsa 30 kilometre kadar uzağında bulunan deniz kenarındaki Catania şehrinde de komşu volkana işaret eden ve gözden kaçmayacak kadar bariz olan ipuçlarına rastlanır. Buradaki Castello Ursino’nun kalın duvarları bile 1669’da meydana gelen şiddetli patlamanın lav akımına ancak zorlukla karşı koyabilmiştir. Ve şehrin sembolü olan fil „Liotru“ da elbette ki lav kullanarak üretilmiştir. Buna karşılık, „Rifugio“nun biraz yukarısında bambaşka bir manzara ile karşılaşılır: Burada 2.500 metre yükseklikte teleferikten bakıldığında kül yüzeylerinin bölgeye hakim olduğu görülür. Bütün tekerlekleri tahrikli özel taşıtlarla zirveye giden yönde ilerleme cesareti gösterenler, benzer izlenimler edinirler: burada, yani 2.700 metre yükseklikte de ekseriya keskin olan rüzgâr geniş kül tarlalarının arasından eser geçer. Bunları görebilmek için tabii ki yazın veya sonbaharda gelmek gerekir, çünkü küller Mayıs’ın sonlarına kadar kar ve buzun altında kalmış olabilir. Gran Catere, 391 metre yüksekliği ile ve orada hüküm süren Akdeniz ikliminin de etkisiyle, Etna’daki gibi buzullaşmaların meydana gelebilmesi için fazla alçak. Gerçi orada da karma volkanlar için tipik olan çeşitli çökelmelerin katlarına rastlanabilir: başta derin yüzeyli ve yorucu kül patikalarından kuvvetli adımlarla geçilse de, yaklaşık yarı yola gelindiğinde manzara değişir. Burada aniden içlerinden derin erozyon yarıkları geçen, katı, kızılımsı killerle karşılaşılır. Ayrıca kraterin batı kenarında maddelerin tabakalaşması kolayca ayırt edilebilir: Her bir tabaka, volkanın bir püskürme döneminden kalmıştır. Metrelerce boya ulaşan bu muazzam çökelmelerin sadece birkaç saat veya gün içinde oluşması da kesinlikle sıradışı bir durum değildir. 1.2. Kalkan yanardağlar Kalkan yanardağlar, karma yanardağlar kadar yaygın değildirler. Onlara özellikle Havai veya İzlanda gibi okyanus bölgelerinde rastlanır. Kalkan volkanların değişen katmanları yoktur, üst üste çökelmiş lav akıntılarından oluşurlar. 3 ila 8 derece arası eğimleriyle nispeten alçaktırlar, ancak yüksekliklerinin yirmi katını bulan enlere yayılırlar. Genişlilkleri yüksekliklerinin üç ila beş katı ile sınırlı kalan strato volkanlara kıyasla, bu önemli bir fark sayılır. Nispeten alçak ve çoğu zaman bir lav gölü ile dolmuş olan kazan görünümlü kraterleri de kalkan yanardağlar için karakteristiktir. Bu kraterler, 2 kilometreye ulaşan çapları ile karma volkanların kraterlerinden çok daha büyük boyutlara ulaşırlar. 1.3. Kalderalar Başka bir volkanik fenomen olan kalderayı ise bir kraterle karıştırmamak gerekir. İspanyolca’dan gelen bu kelime „kazan“ anlamına gelir ve dik duvarları olan daire şeklindeki volkanik bir çöküntüdür. Kraterle olan dış görünümündeki farkı özellikle genişleme şeklindedir: buradaki Laach Gölü’nde görüldüğü gibi genellikle birçok kilometreye ulaşan çapları vardır. Kalderaların meydana gelmesi çoğu zaman büyük patlamaların sonunda volkanın boşalmış olan magma odasına çökmesi ile olur; sonrasında buranın bir göl ile dolduğu sıkça görülür. Ama kalderanın oluşması, muazzam bir patlamanın volkanın asıl konisinin tamamını neredeyse koparıp alması ile de gelişebilir. Mesela önceden varolan Monte Somma’nın kalderasından yükselen Vezüv’de görüldüğü gibi, kazanın içinde yeni bir volkanın doğmasına da sıkça rastlanır. 2. Püskürme türleri 2.1 Hesap edilemez hareketler Bir yanardağ uzunca bir süre izlendiğinde, hareketlerinin zaman geçtkiçe çok büyük değişkenlikler gösterebileceği farkedilir: Etna dağı mesela 90’lı yıllarda neredeyse hiç yaşam belirtisi göstermezken, 2001 ve 2002 yıllarında büyük lav akıntıları yaratarak patladı. 2003 – 2005 yılları arasında geçen bir dinlenme sürecinden sonra 2006’nın kışı ve 2007’nin ilk baharında lav akıntıları yine yamaçlardan aşağıya süzüldü. Etna bu kayıtların alındığı 2007 yazında ise nispeten sakin bir şekilde kendi kendine dumanını tüttürüyordu. Stromboli yanardağı ise bambaşka bir davranış sergiler: onun dinlenme araları öyle yıllarca değil, genellikle sadece birkaç dakika sürer. O zaman - uzaktan bile farkedilecek şekilde - zirvenin üstünden yeni bir duman sütunu yükselir ve genellikle biraz sonra atılacak olan taş kütleleri denize fırlatılır. Diğer bazı volkanlar ise faaliyetlerini tamamen durdurmuş gibi görünüyor: örneğin Eifel bölgesindeki Laach Gölü artık volkanik kökenine işaret eden sinyaller vermemektedir. Laach Gölü’nün yaklaşık 50 kilometre güneybatısında bulunan Windsborn krateri de tehditkâr bir izlenim vermekten çok uzak. Fakat böyle bir sakinliğin çok yanıltıcı olabileceğini Vezüv örneğinde görebiliriz: düşünülebilecek en eski çağlardan beri bu dağın volkanik aktivitesi olduğuna dair hiçbir işaret yoktu – ta ki milattan sonra 79 yılında yaşanan, Pompei ve Herculaneum şehirlerini tahrip eden ve birçok insanın ölümüne yol açan korkunç patlamaya kadar. 2.2 Taşkın püskürmeler Peki volkanların bu değişken tutumları nasıl izah edilebilir? Buradaki en etkin rolü, özellikle bileşimi ile, volkanın altında bulunan magma odalarından yükselen magma oynar. Eğer magma aşırı kızgın ise ve fazla gaz içermiyorsa, çok akışkan bir lav püskürecektir. Bu durumda akıcı veya taşkın bir püskürmeden bahsedilir. Bu patlama türü kalkan yanardağlar için tipiktir ve en tanınmış örneğine dayanarak „Havai Tipi“ olarak adlandırılır. 2.3 Patlayıcı püskürmeler Taşkın püskürmeler, lav tabakaları yarattıkları karma volkanlarda da gözlemlenebilir. Ancak bu durumlarda magma dışarıya atıldığında, kalkan volkanlarda olduğundan yaklaşık 800 santigrad derece daha soğuktur. Fakat bunun yerine çok daha fazla serbest gazlar içerir. Ve diğer taraftan yine bu gazlar karma volkanlarda şiddetli patlamara yol açar: çünkü magmanın engellenmeden magma odalarından yukarıya doğru çıkamadığı durumlarda - mesela bacanın bir önceki patlamada tıkanmış olması halinde – volkanın içinde bir basınç oluşur. Haftalar, aylar, yıllar ve hatta yüzyıllar boyunca bu basıncın şiddeti, tıpkı sallanan bir şampanya veya maden suyu şişesinde olduğu gibi, giderek artar. Daha sonraki belirsiz bir anda, volkanın yapısı biriken bu muazzam güce artık karşı koyamayacağı bir noktaya gelir: ve patlama gerçekleşir. Böyle güçlü patlamalar, şiddetleri ve görüntüleri göz önünde bulundurularak alt gruplara ayrılırlar: Yaşlı Plinius, milattan sonra 79 yılında Vezüv ile ilgili, çam ağacına benzer, 10 kilometreden uzun, dikey bir şekilde havaya uzayan ve sonra bütün yönlere dağılan sütun şeklinde bir püskürmeden bahseder. Bu olayda hayatını kaybeden Plinius’un şerefine aynı görünümde olan püskürmelere „Pliniyen Tipi“ adı verilmiştir. Bulut püskürme esnasında bu kadar dikey bir yönde büyümez ise ve çok yükselmeden enine doğru dağılırsa, buna „Pele Tipi“ denir. Bu tür, ismini bir Karayip adası olan Martinique’de bulunan ve benzer hareketler gösteren Mont Pelée volkanından almıştır. Buna karşılık Stromboli ismini daha az şiddetli, kısa aralıklarla meydana gelen patlamalara vermiştir: Strombolyen püskürmeler. 2.4 Maarların oluşumu Eifel’de çok özel bir volkanik fenomene daha rastlanır: maarlar. Oluşmalarında – kalkan ve karma volkanlarda olduğu gibi – yine yükselen magma kilit bir rol oynamıştır. Burada magma yukarıya giden yolda su barındıran bir taş katmanını ile buluşmuştur. Su, kızgın eriyik ile temas ettiğinde anında buharlaştı ve müthiş bir buhar püskürmesi meydana geldi. Bu püskürme – ölçüleri maara göre değişen – 2 kilometreye yakın çapta ve birkaç yüz metre derinliğinde, içlerine yerinden oynamış olan kenarların ve dışarıya atılan maddenin bir kısmının yıkıldığı bir çukur oymuştur. Maddelerin bir başka kısmı çoğu zaman sonradan kaynak sularıyla dolan çukurun etrafında çökelmiştir. Böylelikle patlamaların açtığı çukurlarda, Immerath Maarı örneğinde olduğu gibi, genellikle bitkiyle örtülü kara parçaları ile çevrili maar gölleri oluşmuştur. 3. Ilımlı Aktiviteler 3.1 Mofetler Eifel, görünümünde uzun süre aktif olan volkanizmanın izlerini taşıyan, ve bugün hala volkanik olan bir bölgedir. Fakat son püskürmenin üzerinden binlerce yıl geçti. Yani maarların ve krater göllerinin bulunduğu bölgeye huzur gelmiş gibi görünüyor – ve bu durumun yakın gelecekte değişebileceğini düşündürecek hiçbir şey yok. Neredeyse hiçbir şey! Laach Gölü’nün kıyılarında karbondioksit kabarcıkları yükseliyor, yakınlardaki karada da yine benzer, mofet adı verilen gaz çıkışları bulunuyor. Bu iki fenomenin varlığı, gazlar yüzeye çıktığında soğumuş olsalar da, derinliklerde hala aktif olan bir magma odasını işaret ediyor. Laach Gölü volkanı gerçi 10.000 yıldır sakinliğini koruyor, ama jeolojik açıdan bakıldığında bu ancak göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir süre – yani püskürme faali-yetinin kesin ve kalıcı bir şekilde sona erdiği neticesini çıkaramayacak kadar kısa. Bu tabii yakın zamanda bir patlamanın beklenmesi gerektiği anlamını taşımıyor, ama yine de gelecek için bu ihtimal göz ardı edilemez. Böyle bir durumda Maria Laach manastırının huzurlu yaşamı bile geçmişte kalacaktır. 3.2 Soğuk su gayzerleri Laach Gölü’nün yaklaşık 25 kilometre güneybatısında bulunan Wallenborn kasabasında karbondioksit gazı volkanik bir fenomene önemli ölçüde ortak oluyor: halk arasında „Brubbel“ olarak da tanınan „Köpüren Kuyu“. Böylesine bir soğuk su gayzerinin oluşması için karbondioksitin geldiği çok derinlerdeki magma odasının yanısıra, ikinci bir şartın daha yerine gelmesi lazım: sızdırmayan, killi bir tabaka. „Brubbel“ örneğinde bu tabaka delindiği için, yükselen karbondioksit kendini soğuk kuyu suyunda zenginleştirebili- yor. Ancak belli bir süre sonra kuyu suyu doyuma ulaşır ve artık CO2 kabul edecek kapasitesi kalmaz. Kesintisiz bir şekilde gelmeye devam eden karbondioksit sayesinde suda önce küçük gaz kabarcıkları oluşur. Bunlar da yüzeydeki ilk hareketleri başlatır – kuyunun ismini aldığı kaynama ve fıkırdama hareketleri. Devam eden CO2 akımı ile bu kaynama giderek şiddetlenir, çünkü gaz kabarcıkları su yüzeyine yaklaştıkça artan bir şekilde esner. Bunun sebebi de suyun basıncının yukarılara doğru çıktıkça azalması. Böylelikle gaz kabarcıkları giderek daha çok suyu kenara itiyor ve bu da kuyudaki basıncı azaltmaya devam ediyor. Sonuç olarak: daha önce çözünen CO2 yeniden köpürüyor ve yeni gelen karbondioksit artık çözünemiyor. Gaz kabarcıkları bu şekilde daha da hızlı yukarıya ulaşıyor ve beraberlerinde başka kabarcıkları ve suyu da çekip götürüyorlar. Gayzer, boyu 4 metreye ulaşan bir fıskıye ile dışarıya fırlıyor. Sonrasında kaynamanın sakinleşmesi ve suyun kuyu kenarından taşmayacak hale gelmesi biraz zaman alıyor, çünkü önce „fazla gelen“ karbondioksitin havaya dağıtılması gerekiyor. Bir önceki püskürmeden yaklaşık 35 dakika sonra „Köpüren Kuyu“da sıradaki fıskıyeyi izlemek mümkündür. 3.3 Fumaroller Aktif ya da ancak birkaç yıldır veya onyıldır faaliyet göstermeyen volkanlarda Eifel’e kıyasla, buradaki 2002 Etna püskürmesinde oluşan kraterlerde olduğu gibi, daha fazla gaz ve su buharı çıkışlarına rastlanır. Bu çıkışlara fumarol ismi verilir ve 100 ila 800 santigrad derece ile Laach Gölü’ndeki „akarabalarından“ çok daha sıcaktırlar, çünkü jeolojik açıdan genç sayılacak bir magma odasıyla bağlantıları vardır. Tabii birçok fumarol büyük ölçüde karbondioksit de içerir – ki bu da bazı sorunları beraberinde getirir: konsantre şekliyle öldürücü olan CO2’nin yoğunluğu, havanın yoğunluğundan fazladır ve bu sebeple daha çok çukurluklarda toplanır. Yani, oradaki taş işaretlerini yerleştiren kişiler bu düşüncesizlikleri için cezalandırılmamış olsalar ve kraterin dibini zarar görmeden terkedebilmiş olsalar dahi - kesinlikle Vulcano adasındaki Gran Cratere’nin eteklerine inmemek gerekir. 3.4 Solfatarlar Kokusuz karbondioksitten daha çok göze çarpan ve sıklıkla volkanik faaliyetler ile ilgili anılan bir başka madde, kükürttür. Sadece parlak sarı rengi ile değil, bileşimlerinde duyulan ve farketmeden geçemeyeceğiniz keskin, bozuk yumurtayı andıran ve haftalar sonra bile sindiği elbiselerden çıkmayan kokusu ile de dikkat çeker. Ayrıca kükürt kumaş ile temas ederse, yavaşça ama istikrarlı bir şekilde delikler açacaktır. Aynı durum, az çok insanın akciğeri için de geçerlidir. Bu yüzden daha tırmanıştan önce zehirli buharlar konusunda uyaran bir levha bulunmaktadır. Buna rağmen asıl yerinde kükürt salan ve Napoli körfezindeki Solfatara kraterinde meydana gelen bir olaydan sonra „solfatar“ olarak da tanınan bu fumarollerin büyüsünden uzak durmak zor geliyor. 3.5 Çamur banyoları Gran Cratere’ye yapılan bir keşif gezisinden sonra, kükürt yüzünden hâlâ „burnundan gelmeyen“ varsa, bu Vulcano ziyaretinden sonra kapanış olarak Acqua di Bagno’da bir banyo alabilir. Takriben 34 derece sıcaklığındaki çamur birikintisi çukurun dibindeki küçük fumaroller tarafından besleniyor ve tabiri caizse „aroma verici“ kükürt bileşimlerinin yanında çeşitli mineraller de içeriyor. Bu kombinasyonun krater gezisinde yorulan adaleleri rahatlattığı – ve aynı zamanda romatizmal hastalıkları ve neurodermitisi de hafiflettiği söyleniyor. Ama çamur, yukarıdaki kükürt buharları gibi her tür metale karşı da son derece etkili: oksitleniyorlar ve çok çabuk yıpranıyorlar. Yani kıymetli takıların Vulcano’ya yapılan bir ziyaretten önce evde bırakılmasında kesinlikle fayda var. 4 İşletme ürünleri ve kullanımları 4.1 Obsidian Lipari, bugün aynı adı taşıyan adanın ve tüm arşipelin merkezidir – idare merkezi, feribot hatlarının birleşme noktası, yerel ürünler için pazar alanı ve aynı zamanda turizmin de ağırlık merkezi. Ada sakinlerinin bundan 6.000 yıl önce ölçüsüz bir zenginliğe sahip oldukları muhtemeldir, çünkü o zamanın en değerli ham maddelerinden birine fazlasıyla sahiptiler: obsidian. Bu keskin kenarlı volkanik cam, aletlerin ve silahların yapımında kullanılıyordu ve bu sebeple cilalı taş devrinde aşırı rağbet görüyordu. Lipari’den yola çıkıp Akdeniz bölgesinin tamamına dağıtılıyordu. Ancak metal kullanımı yaygınlaşmaya başladığında obsidiana olan talep azaldı ve Lipari’nin obsidian zenginliği önemi kaybetti. Fakat siyah taşın değeri bir ada sakininin maddi durumunu biraz toparlaması için yine de rahatlıkla yeter. 4.2 Süngertaşı Lipari’de çok farklı ölçüde başka bir volkanik ham madde daha kazanılır: süngertaşı. Hatta adanın kuzeydoğusundaki Porticello’nun yakınlarında bulunan ve „Beyaz Tarla“ ismiyle tanınan Campo Bianco’da bütün bir dağ kaldırılıyor – buradaki süngertaşı tabakaları 200 metreye varan heybetli ölçülere sahip. Lipari’nin yüzeyinin neredeyse dörtte biri süngertaşından oluşur. Yine de, mesela 1960 yılında bu ham maddeden yaklaşık 200.000 ton kazanıldığını hayal etmek çok zor. Günümüzde artık hiç bu üretim miktarlarlarına ulaşılamıyor olmasına rağmen, yapı işlerinde kullanılan faydalı yalıtım özellikleri, parlatma ve yontma işlerinde, filtre görevinde ve tabii ki kot pantolon üretimindeki taşla yıkama yönteminde sağladığı katkısı ile kullanım alanı buluyor. Birçok taş ocağı çalışanın „Liaprose“ da denilen silikoz hastalığına yakalandığı eski günlerin aksine, günümüzde işletim ve yüklenme artık büyük ölçüde otomatikleştirilmiştir. Doğu Eifel’deki Mendig’te de süngertaşının endüstriyel işletimi uygulanıyor. Taş, Laach Gölü volkanının yaklaşık 13.000 yıl önce gerçekleşen ve yeni dünya tarihinin en muazzam patlamaları arasında sayılabilecek olan son püskürmesinde meydana geldi: patlamada atılan maddeler İsveç ve İtalya’nın yukarı bölgelerine kadar bile taşındı. Ama bu olayların en etkileyici tanığı, birkaç yıl önce işletme çalışmaları esnasında açığa çıkarılan Wingertsberg yamacıdır: burada, Laach Gölü’ne yaklaşık iki buçuk kilometre mesafede, gri-kahverengi renkteki süngertaşı katmanları muhtemelen volkanın püskürmesinin ardından geçen birkaç gün içinde 40 metreye yaklaşan bir yükseklikte çökelmişler. Dünyanın çok az bölgesinde volkanizmanın sonuçlarının manzarayı ne kadar büyük ölçüde değiştirebileceği böylesine net bir şekilde gözler önüne serilir. 4.3 Deney Tekrar Lipari’ye dönelim: obsidian ve süngertaşı burada çok yakın mesafedeki ortamlarda bulundukları halde, tamamen farklı özelliklere sahiptirler: „bulaşık teknesi-deneyi“nde ağır volkanik cam derhal dibe batıyor. Buna karşılık son derece hafif olan süngertaşı suyun üstünde yüzüyor. Bu açıdan bakıldığında, iki maddenin de aynı kimyasal bileşimlere sahip olduğuna inanmak oldukça güç. Peki o zaman görünümlerindeki ve özelliklerindeki farklılık nereden geliyor? Bunu sebebi, her birinin oluşma sürecinde yatar: sünger taşı püskürmenin başlarında, basıncın kalkması ile atılan gaz dolu taş eriyikleri köpürdüklerinde oluşur. Halbuki obsidian, lavın artık tamamen gazlardan temizlendiği ve çabuk soğuduğu, püskürmenin daha sonraki bir evresinde oluşur. 4.4 Magma, lav ve bazalt Süngertaşının da, obsidianın da oluşumunun temel maddesi yüzeye çıkmaya çabalayan kızgın taş eriyiği, yani magmadır. Bu magmadan daha bir dizi farklı işletme ürünü çıkabilir. Ama insanların çoğunun aklına ilk önce mutlaka lav gelir. Burada, Etna’da olduğu gibi en çok düzensiz, keskin kenarlı yapısı ile bloklu lav şeklinde görülür. Kalkan volkanlarda ise lav genellikle daha akışkandır ve daha düz bir yüzeye sahiptir; yer yer halata benzeyen bir görünüm sergilediği için de urgan lav denir. Lav akıntıları soğuduktan sonra değerli bir malzeme kaynağı oluştururlar. Bir süre öncesine kadar doğu Eifel’deki Ettringer Lay’de olduğu gibi, çoğu volkanik bölgede bazalt lav çıkarılır ve ev ya da yol yapımında kullanılır - mesela birçok caddenin parke kaldırımlarında olduğu gibi. Burada Mendig Volkan Müzesinden gelen ve çeşitli dünya fuarlarında sergilenen görkemli bir örneğini gördüğümüz değirmen taşları da çoğu kez bazalttan yapılır. Malzemeye ulaşmak her yerde Ettringer Lay’de olduğu gibi kolay olmadı tabii: Mendig’te yüzyıllar boyu yerin altından çalışılması gerekti, çünkü yerel lav akıntıları lös ve süngertaşı ile kaplanmış durumdalar. Sıcaklığın ancak 6 ile 9 santigrad dereceye ulaşabildiği serin mağaralarda yapılan ağır maden çalışmaları işkenceden farksızdı: kazmacıların ortalama yaşam süresi sadece 35 ila 40 yaş arasıydı; sonunda gut, romatizma ve vereme tutulup, telef oluyorlardı. Ancak 19’uncu yüzyılda Mendig mağaraları insani bir şekilde kullanılmaya başlandı: 28’e yakın bira fabrikası ideal nem ve sıcaklık ortamına sahip olan kocaman sütunlu dehlizlerde biralarını depoluyordu. Böylelikle şehir açık farkla tüm Alman İmparatorluğu’nun en yoğun bira üretimine sahipti – her 100 kişiye bir fabrika düşüyordu. Bunlardan günümüze sadece bir tanesi kalmıştır. 4.5 Piroklastik ve bloklar Patlayıcı püskürmelerde nadiren – ya da hiç – lav akıntıları meydana gelir. Bunun yerine kraterin yakınlarında çoğunlukla çok değişik büyüklüklerde taburlar halindeki taşlara rastlanır: eğer kızgın lav parçaları olarak fırlatılıp, ancak havadayken katılaşmışlarsa, onlara volkanik bomba denir; ama püskürme sırasında sabit kütlelerden kopmuş olan paçalara blok ismi verilir. Volkanın yamacında hala kızgın bir halde süzülen lav parçalarına ise cüruf denir. „Kırılmış ateş“ anlamına gelen „Piroklastik“ üst kavramının altında, bombalar ve cürufların yanısıra, parçalanan lavdan ileri gelen bütün diğer volkanik işletim ürünleri de toplanır. Bunların arasında boyları 2 ila 64 milimetre arası değişen ve Lapili ismi verilen küçük taş parçacıklarının yanında, küller de yer alır. Bunlar, 2 milimetreden küçük çapları ile en küçük püskürtülerdir. 4.6 Tüfler ve laharlar Gevşek volkanik maddeler genellikle zamanla suyun da etkisiyle çimento gibi katışlaşırlar: ve tüfler meydana gelir. Bunlar, kazanılmakla kalmayıp, aynı zamanda işlendikleri Weibern gibi kasabaların manzarısına şekil veren değerli yapı malzemeleridir. Weibern’den sadece birkaç kilometre uzaklıktaki Niederzissen’de bulunan bu çökeltiler de volkanik faaliyetlerin sonuçlarıdır. Ama tüflerden farklı olarak çeşitli yapıda taş kütleleri barındıran, çok düzensiz bir bünyeleri olduğu farkediliyor. Bunun sebebi ise iki yapının da oluşum hikâyelerindeki farklılıklardır. Tüfler, çökeldikten sonra bulundukları yerde katılaşan gevşek volkanik maddelerden oluşurken, Niederzissen’deki duvar karışık yer değiştirme süreçlerinin ürünüdür: patlamaya kuvvetli yağışlar eşlik ederse, yağmur suyu sayesinde püsküren gevşek küller, lös ve taş kütleleri ya da mevcut altyapı malzemeleri bir çamur akıntısını harekete geçirebilir. Lahar ismi verilen bu oluşum ancak maddeler uzunca bir süre boyunca iyice karıştırıldığında ve akıntı durma noktasına geldiğinde katılaşabilir.